Irkçı terörün Kuzey Almanya Kronolojisi

 

Nebahat Uzun
HAMBURG- İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen Almanya’da insanlar hala etnik kökenleri, farklı din, dil veya renkleri nedeniyle ırkçı terörün hedefi olarak hayatlarını kaybediyorlar. Almanya’nın ırkçı terör sorununun boyutu, 2000-2007 yılları arasında aşırı sağcı Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünün işlediği ırkçı cinayetlerle bir kez daha su yüzüne çıktı. Resmi rakamlara göre Almanya’da 1990-2020 yılları arasında 93 ırkçı cinayet işlendiği açıklarken aşırı sağcılıkla mücadele eden Amadeu Antonio Vakfı’nın açıklamalarına göre 200’den fazla insanın ırkçı teröre kurban gitti. Fakat uzmanlar, bu sayıların çok daha yüksek olduğunu, birçok ırkçı saldırı ve cinayetin kayıtlara ırkçı saldırı olarak geçmediğini, terimler üzerinde oynama yapılarak ırkçılık kavramının küçümsenmeye çalışıldığını söylüyor. Kuzey Almanya, Neonazilerin kundaklaması sonucu 3 Türkün hayatını kaybettiği Mölln saldırısı nedeniyle ırkçılık motifli ilk kundaklama olayının gerçekleştiği bölge olarak tarihe geçti. Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra insanlar da ırkçılığa karşı kenetlenmiş durumdalar ve ırkçı teröre kurban gidenlerin unutulmaması, geride kalan ailelerin mağduriyetlerinin giderilmesi için çok önemli çalışmalar yapıyorlar. 1985 yılında dazlaklar tarafından katledilen Ramazan Avcı’nın anısını yaşatmak adına kurulan ve daha sonra çalışma eksenini genişleten Ramazan Avcı İnisiyatifi de ırkçılıkla mücadelede önemli çalışmalar yapan oluşumlardan biri. Oluşumun öncülerinden Hamburglu Avukat Ünal Zeran, ırkçılıkla ilgili konuşulurken sadece güncel olaylara değil, geçmişe bakmanın gerekliliğini vurgulayarak ırkçılığın geçmişteki yaygınlığına dikkat çekti. Zeran konuyla ilgili sorularımızı cevapladı:
– Irkçılık maalesef dünyanın her yerinde var. Fakat biz, son dönemlerde Almanya’da giderek yükselen ırkçılıktan bahsetmek istiyoruz. Almanya’da ırkçılığın tarihinden bahseder misiniz bize?
Ünal Z.: Biz sürekli ırkçılık yeni bir şeymiş gibi güncel olaylar üzerinden konuşuyoruz ırkçılığı. Halbuki ırkçılık tarihte çok yaygın. Almanya’ya baktığımızda, 2. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya bu konuda akıllı bir şekilde aklamayı başardı ve sanki tüm Almanlar Hitler’in esiriymiş, asıl kurbanlar Alman halkı, Almanlarmış gibi bir proje yürütüldü. ‘Roma, Sinti ve Yahudilere zulüm yapıldı ama Hitler asıl Almanları baskı altına aldı, asıl kurban Almanlardı’ tarzı bir algı oluşturuldu ve Alman halkı fa kendisini öyle hissetmeye başladı. ‘Irkçılık’ kavramı hep Nazi dönemiyle özdeşleştirildi ve 1990’lara kadar ‘yabancı düşmanlığı’ dendi, ‘zenofobi’ dendi, küçümseyici kelimeler kullanıldı ama ‘ırkçılık’ kelimesi kullanılmadı. Aslında 1945’ten sonra, dönemin tüm Nazileri yok olmadı. O dönemin bakanları, memurları Almanya’da yaşamaya devam ettiler ve bunların hepsi yargılanmadı. Yani Almanya ciddi anlamda ‘Nazisizleştirilmedi’. Başta birkaç yıl mücadele vardı ama sonra asıl tehlike komünizmmiş gibi algı oluşturuldu ve Nazilerin üstüne gidilmedi. Hatta Almanya’nın yeniden kurulması aşamasında eski Nazilerle ortak çalışmalar başlatıldı. Emniyet müdürlükleri, adliyeler, istihbarat birimleri, Hitler döneminde görev yapmış memurlarla kuruldu. Hatta adli bakanlığın yüzde 70’ü Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) üyesiydi. Yani Almanya’nın hukuk sistemini Nazi döneminin memurları inşa etti. Kendilerini korumak için de zaman aşımları ve yasal düzenlemelerle kanunları başarılı bir şekilde kontrol altında tuttular. 60’lı yıllarda aşırı sağcı Almanya Ulusal Demokratik Partisi (NPD) güçlenmeye başladı ve bazı eyaletlerde meclislere bile girmeyi başardılar. Kısacası Almanya’da ırkçılık konusunda bitiş hiç olmadı. Sanki Hitler dönemiyle birlikte ırkçılık da bitmiş, iki Almanya’nın birleşmesiyle birlikte ortaya çıkmış gibi gösterilmeye, tarih öyle yazılmaya çalışılıyor. Halbuki 1980’li yıllarda işlenen ırkçı cinayetlere bakıldığında bunun böyle olmadığı açıkça görülüyor. Tam da bu dönemlerde devletin yine çok akıllıca kendini aklama planı bir kez daha yürürlüğe girdi. 80’li yıllarda ırkçılığın artmasıyla birlikte şoka giren insanlar, Ramazan Avcı’nın öldürülmesiyle sokaklara döküldü ve öz savunma tartışmalar başladı. Devlet, bu tür hareketlenmeleri kontrol altına alabilmek ve bu direnişlerin radikalleşmesini, militanlaşmasını önlemek için göçmen kurumlara destek vermeye, bağlılıklar oluşturmaya başlayarak durumu kontrol altına aldı. Açıkça söylemek gerekirse Hamburg Türk Toplumu’nun (TGH) kuruluşuna ve geldiği yere baktığımızda gördüğümüz tablo tam da bu. Bunu TGH başkanıyla da konuştum ve ne zaman ırkçılıkla mücadelede gerçek bir çalışma yaparlarsa o zaman inandırıcı olacaklarını, birlikte çalışabileceğimizi söyledim.
– Sizce Alman istihbaratının ırkçılıktaki rolü nedir? Bu yönde yapılan istatistikler sizce ne kadar güvenilir?
Ünal Z.: her ne kadar işlenen birçok ırkçı cinayette istihbaratın faillerin yanında-yakınında olduğu ortaya çıksa da istihbarat kendisini sorumlu hissetmiyor. Cinayetlerden haberleri olsa bile istihbarat kaynaklarının ve gizli çalışmalarının deşifre olmaması için polise bilgi vermiyor. Bir insanın öldürüleceğini bilse bile uyarmıyor, engel olmuyor. Bu çok korkunç bir şey. Devletin bu konuda başarılı bir projesi daha var. Ne federal devlet ne de eyaletler ırkçı saldırıları ‘ırkçı’ ve ‘örgütsel’ saldırı olarak kabul etmiyor. Yani ırkçılığın bu saldırılarda aldığı rol bilinçli olarak göz ardı ediliyor. Ne zaman ki bir Alman, Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke aşırı sağcılar tarafından katledildi, o zaman siyasetçiler Nazi örgütleri ve aşırı sağcıların Almanya’daki tehlikesini dile getirdiler. Ondan önce, tüm bağlantılar ortaya koyulsa bile sanki örgütsel bir saldırı değil de bireysel saldırıymış gibi lanse edildi. Ya da saldırganın akıl hastası olduğu iddia edildi ‘ırkçı’ kelimesi kullanılmak yerine. Hanau saldırısında da bu şekilde yaklaşıldı ama kamuoyu tepkisi olunca geri adım attılar. Devlet yıllarca bu sistemle kendini ciddi bir şekilde akladı. Polis, savcı gibi tüm güvenlik birimleri ırkçılık konusunda maalesef duyarlı değiller. Bu konuda eğitim almamışlar ve hatta ‘ırkçılık’ teriminin anlamını bile bilmiyorlar. Devlet kurumlarındaki mantalite, ırkçılığı sorun olarak görmüyor. Bu nedenle bu konudaki istatistikler sağlıklı değil ve rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Polisin hangi terimi kullandığına bağlı. Aslında bu rakamların en az 2-3 kat daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.
– Irkçılıkla mücadele için oluşturduğunuz inisiyatifin amaçlarından kısaca bahseder misiniz?
Ünal Z.: Biz ırkçılığa kurban giden insanların, ailelerin yaşadıkları acıların, korkuların, mağduriyetlerin ve ırkçılık tehlikesinin unutulmasını istemiyoruz. Aileler böyle olaylardan sonra tüm maddi-manevi sorunlarıyla yalnız bırakıldı. Biz bu konuda duyarlılık oluşmasını, ailelere maddi-manevi destek olunmasını, ırkçılığın küçümsenmemesini, yaşananların tarihe yanlış geçmesine engel olmak istiyoruz. Irkçılık sadece 90’lı yıllarda ortaya çıkmadı ve geçmişi iyi değerlendirmezsek hata yapmış oluruz. 80’li yıllarda mülteci yurtlarına yapılan saldırıları, yine o yıllarda katledilen Tevfik Gürel, Mehmet Kaymakçı, Ramazan Avcı gibi isimleri unutmayalım. Biz bu insanların isimlerini yaşatmak, Alman toplumuna da sorumluluklarını hatırlatmak istiyoruz. Aynı zamanda belli yerlere ırkçıların öldürdüğü insanların isimlerini vererek topluma ‘Bu insan buraya aitti’ mesajı vermek istiyoruz. Bu, ırkçılara verilecek en etkili cevaptır.

Kuzey Almanya’da neler oldu?

Yıl 1982 / Semra Ertan
Tercüman ve teknik çizer Semra Ertan, Almanya’da artan ırkçılığı protesto için 24 Mayıs 1982 tarihinde kendini alenen yakmış, iki gün sonra da hayatını kaybetmişti. Kendisi daha önce NDR ve ZDF televizyonlarına şu açıklamayı yapmıştı: “Ben yabancıların sadece insan gibi yaşama haklarına sahip olmasını değil, insan gibi muamele görme hakları olmasını istiyorum. İstediğim sadece bu“. Ertan açıklamasında, bu dehşet verici protesto kararını da beyan etmişti. Gazetede şu sözlerine yer verilmişti: “İnsanların birbirlerini sevmelerini, hoş görmelerini ve ölümüm üzerine düşünmelerini istiyorum”.

Yıl 1982 / Tevfik Gürel
22 Haziran 1982 tarihinde 26 yaşındaki Tevfik Gürel, Norderstedt’te Neonazilerin saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Bir diskotek önünde meydana gelen olayda ‘Yabancılar dışarı’ diye bağıran bir grup Alman, Gürel’i döverek katletti.

Yıl 1985 / Mehmet Kaymakçı
24 Temmuz 1985 tarihinde Langenhorn semtinde işten çıkıp eve giderken yol üstündeki birahaneye giren duvar ustası Mehmet Kaymakçı (29), burada 3 dazlak gençle karşılaştı. Polisin raporuna göre dazlak gençlerle siyasi tartışmaya giren Kaymakçı, geç vakit birahaneden çıkıp evine giderken dazlakların saldırısına uğradı. Kaymakçı’yı tekme ve yumruklarla döverek bayıltan ırkçı saldırganlar, daha sonra adamı Kiwittsmoor Parkının çalılıklarının arasına çekerek burada kafasını 94 kiloluk beton blokla ezdiler. Komşularında şahit olduğu olay sonrası Mario B. (20), Frank P. (21) ve Bernd M. (20) tutuklandı ve Mart 1986 tarihinde “Ölümle sonuçlanan adam yaralama” ve “cinayete teşebbüs” suçlamalarıyla dava başladı. Mahkeme karşısında cinayeti üstlenen ırkçı katiller, hâkim karşısında Türkleri mahvetmek istediklerini söylediler. Hâkim, katillerin Neonazi kadrolarıyla ve dazlak gruplarıyla ilişkilerini görmezden gelirken katiller Türk gençlik gruplarından korktuklarını iddia ederek kurban muamelesi bile gördüler. Hamburg Eyalet Mahkemesinde görülen davada bilirkişi, 3 ırkçı gencin psikolojik rahatsızlığı ve kişilik bozukluğu olduğu raporu verirken kararda sinsice ve ortaklaşa işlenen ırkçı cinayetten bahsedilmedi bile ve gençlerden ikisine 8’er yıl, birine ise 7 yıl hapis cezası verildi.

Yıl 1985 / Ramazan Avcı
Ramazan Avcı, 21 Aralık 1985’de Landwehr tren istasyonunun yakınındaki otobüs durağında kardeşi ve bir arkadaşıyla beklerken, bir birahaneden çıkan 30 kadar dazlak Neonazi’nin saldırısına uğradı. Kardeşi ve arkadaşı son saniyede gelen otobüsüne binmeyi başararak kurtulurken, Ramazan Avcı Neonaziler tarafından beysbol sopaları, balta sapları ve tekmelerle öldüresiye dövüldü. Avcı, girdiği komadan uyanmadan 24 Aralık 1985, Noel gecesi hayata gözleri yumdu. 30 kadar Neonazi’den sadece Ralph Axel Lach, Uwe Podein, René Wulff ve Volker Kummrow yargılandı ve 3 ile 10 arasında değişen gençlik cezaları aldılar. 2010’da kurulan Ramazan-Avcı İnisiyatifinin çabaları sonucu 2012 yılında Landwehr tren istasyonu önündeki meydana, otobüs durağına ve bisiklet istasyonuna “Ramazan Avcı” adı verildi.

Yıl 1992 / Mölln:
Hamburg yakınlarındaki Mölln kentinde 23 Kasım 1992 tarihinde ırkçılar önce Ratzeburger Caddesinde Türklerin oturduğu bir apartmanı ateşe verdiler. Burada 9 Türk yaralandı. Ardından Arslan ailesinin Mühlen Sokağındaki evini ateşe veren ırkçılar, evde bulunan Yeliz Arslan (10), Ayşe Yılmaz (14) ve Bahide Arslan’ın (51) ölümüne sebep oldular. Saldırıda Ayten Arslan ve İbrahim Arslan ağır yaralandı. Olay sırasında 19 ve 25 yaşlarında olan iki fail üç kişiyi öldürmek suçundan hüküm giydi. 19 yaşındaki Neonazi, yaşı gereği Gençlik Yasası uyarınca 10 yıl hapse mahkûm oldu ve 7,5 yıl sonra tahliye edildi. Diğer sanık ise müebbet hapis cezası aldı, 15 yıllık hapis cezasının ardından serbest bırakıldı.

Yıl 1996 / Lübeck:
Lübeck’te 18 Ocak 1996 tarihinde ağırlıkla Afrika kökenli mültecilerin kaldığı mülteci yurduna yapılan ırkçı saldırı sonucunda 7’si çocuk, 10 kişi hayatını kaybetti. Saldırının failleri bugüne kadar bulunamadı ve olay aydınlatılamadı.

Yıl 2001 / Süleyman Taşköprü
Süleyman Taşköprü, 27 Haziran 2001 yılında, Hamburg’un Bahrenfeld semtinde, Schützenstr. adresindeki manav dükkanında, 3 farklı silahtan çıkan kurşunlarla hayatını kaybetmişti. Yıllarca ailesinin zan altında tutulduğu ve ailesine, topluma ‘mafya, suçlu’ olarak lanse edilen Taşköprü’nün ırkçı cinayete kurban gittiği, NSU terör örgütünün deşifre edilmesiyle birlikte ortaya çıktı. Taşköprü’nün anısına, öldürüldüğü yere anıt taşı dikilirken, işyerinin yakındaki bir sokağa da ‘Süleyman Taşköprü Sokağı’ adı verildi.

 

Kuzey Almanya’da ırkçı saldırılara maruz kalanlar ve ırkçı terör kurbanlarının ailelerine kulak verelim!

İbrahim Arslan / Mölln saldırısında 3 aile ferdini kaybetti, kendisi de ağır yaralandı

“Irkçılığın mağdurları figüran değil, olayların baş tanıklarıdır!”
Sadece Almanya’da değil, tüm dünyada mültecilere, göçmenlere renklerinden, dillerinden ve inançlarından ötürü insanlara yönelik ırkçı saldırılar her geçen gün artmakta. 1980 yılında Hamburg’da iki Vietnamlı misafir işçinin hayatını kaybettiği ırkçı saldırılar bugün NSU, Halle, Kassel ve Hanau’da devam ediyor. 1990’lı yıllara damgasını vuran ırkçı saldırıları hala görmezden gelen resmî kurumlar ise, bazı olayları da hasıraltı etmek için büyük çaba sarf ediyor. O dönem olduğu gibi bugün de toplum sadece katilleri konuşuyor, olayın mağdurları, kurbanları ise unutuluyor, susturuluyor. Halbuki onlardan ırkçılığa karşı çok şey öğrenebilir, toplumu değiştirebiliriz. Ama öğrenmek için öncelikle onları dinlemeyi öğrenmeliyiz. Başlattığımız bir projeyle mağdurları ön plana çıkarıyor, tiyatro, toplum önünde konuşma, kitap, sinema veya bilim projelerinde mağdurların hikayelerinin bu bağlamda ne kadar önemli olduğunu vurguluyoruz, yeni projeler üretiyoruz. Şu an Jasper Kettner ile yürüttüğümüz “Mağdurlar ve yakınları (Die Angehörigen)” başlıklı kitap ve sergi projesi tam olarak bu anma politikasını ön plana çıkarıyor. Biz, mağdurların sadece hikayelerini ve yüzlerini değil, deneyimlerini ve uzmanlıklarını da projede sunuyor, bu şekilde projelere onları dahil ediyoruz. Mağdurlar bu şekilde kurumlara, siyasilere muhtaçlık hissi duymuyorlar. Bizim çabamız, yeni anma politikaları oluşturmak ve bu politikaya mağdurları dahil etmek. Zira onlar olayların baş tanıklarıdır. “Die Angehörigen” sergi projesini sanal olarak bu linkten ziyaret edebilirsiniz: https://art.kunstmatrix.com/apps/artspaces/dist/index.html?timestamp=1590779566168#/?exhibition=989725&language=en&splashscreen=false&hideBranding=false&returnURL=https:%2F%2Fm.schauspiel.koeln%2Fspielplan%2Fdie-angehoerigen%2F

Gülüstan Ayaz-Avcı / Ramazan Avcı’nın eşi
Kendimi güvende hissetmiyorum, geleceğimizden endişeliyim!
Acılarım hala dünkü gibi taptaze. Eşim hayatının baharında evladını bile göremeden ırkçı kafalar tarafından hunharca katledildi. Fakat yıllarca bu acılarımızla yalnız bırakıldık. Ramazan Avcı İnisiyatifi’ni kuran ve destekleyenlerin sayesinde eşimin ismi, katledildiği yere verildi. Bu bir nebze de olsa acılarımızı hafifletti fakat ırkçı cinayetlerin aydınlatılması ve cezalandırılması konusunda Alman devletini asla yeterli görmüyorum. Bu nedenle bugün hala ırkçı saldırıların, bakışların, söylemlerin hedefindeyiz. Daha kısa bir süre önce sokak ortasında ırkçı bir gencin beni iteklemesine ve ‘pis Türkler’ hakaretine maruz kaldım. Irkçı suçlara daha caydırıcı cezalar verilmedikçe ırkçılıkla etkin mücadele mümkün olmayacaktır. Çocuğumun, torunumun geleceğinden endişeliyim. ABD’de bir polis siyahi adamı öldürdü ve burada da insanlar ayağa kalktı ama inanın buradaki polislerin çoğunun da onlardan farkı yok. Yani benim Alman devletine artık güvenim kalmadı.

Candan Özer / Köln Keup sokağındaki patlama sonucu ölen Atilla Özer’in eşi

Bu cinayetler Almanya’ya aittir ve onların tarihinde bir lekedir
Ateş düştüğü yeri yakarmış ve kimse ırkçılara kurban vermeden Almanya’daki ırkçılığın korkunç boyutunu ve ciddiyetini göremiyor. Almanya ırkçılıkla mücadelede kesinlikle başarısız, utanılacak bir halde ve bu sorunu görmezden gelerek kabul etmiyor. AfD gibi aşırı sağcı partiler oldukça, internet sayfalarında ırkçı kafalar istedikleri gibi dernekler kurup tehditler, hakaretler yağdırdıkça, yaşadığımız acılarımız hafife alınmaya devam ettikçe, dava dosyaları araştırılmış gibi yapılıp 120 yıllığına kapatılıp dokunulmazlık kararı alındıkça bu utanç devam edecektir. Bu Hamburg’da da böyle, Almanya’nın diğer bir köşesinde de. Her saldırıda aynı yaklaşım: Irkçı saldırı olduğuna ihtimal verilmiyor. Aileler psikolojik baskı altına alıp korkutularak soruşturmaya alınıyor. Zaman kaybı yaşanırken basın karşısında boş sözler veriliyor. Irkçı cinayetleri işleyenler ya da planlayanlar psikolojik hasta veya çocukluğu sorunlu geçmiş olarak lanse edilip suçları hafifletilmeye çalışılıyor ama asla ‘Neonazi’ kelimesi geçmiyor. Mağdur ailelerdeki sorunlar, şiddet ve kanun dışı iş yapmış olacakları ihtimalleri en ince ayrıntısına kadar araştırılırken hukuk, politika, güvenlik birimleri bu süreçte kesinlikle sorguya alınmıyor. Sonra da dava dosyalarının üstü örtülüyor. Lütfen hikayelerimizi direkt bizden dinleyin, internette yalan-yanlış yazılanlardan değil. Ancak o zaman Almanya’daki bu sorunun ciddi boyutlarını görebiliriz. Bu cinayetler Almanya’ya ait ve onların tarihinde bir lekedir.