Bugün size duygusal zekanın öneminden ve doğru uygulandığı zamanki mucizevi gücünden bahsetmek istiyorum. Ama önce” Duygusal zekâ nedir?” sorusunu cevaplayalım.
Duygusal zekâ, kişinin kendi ve sosyal çevresinde iletişimde bulunduğu diğer insanların duygularını doğru algılayabilme, anlayabilme, onları yönlendirebilme ve yönetebilme yeteneğine verilen isimdir.
İş hayatımızda olsun, özel hayatımızda olsun, karşımıza çıkan ve ilgilendiğimiz birçok konuda çözüm üretme ihtiyacımız doğduğunda, çoğumuz bu çözümleri zihnimizi kullanarak üretiriz. Ama iş uygulama alanına gelince bu zihinsel kaynaklı çözümlerle duygusal zekâ arasında bir iş birliği olmadığı müddetçe istenilen başarılara ulaşmak çok zor ve hatta çoğunlukla mümkün olmamaktadır.
En önce kendimizden başlayarak, duygularımıza cesurca ve dürüstçe bakarak onları doğru olarak algılayabilme ve doğru olarak betimleyebilme yeteneğimizi geliştirmeye başlamak, atabileceğimiz ilk adımdır. Özellikle olumsuz duygularımızın farkında olmamız; onların üzerimizdeki etkilerine kapılmamamıza, onlara teslim olmamamıza, kısacası kendimizi rüzgâra kapılmış çaresiz bir yaprak gibi hissetmememize giden yolun ilk adımıdır.
Duygusal farkındalığımız sayesinde de, dramlara, öfkeye, çaresizliğe, kırgınlığa veya benzeri duygusal
salınımlara kapılmadan, en önce sakinleşmeyi ve iç dengemizi kurmayı becerebiliyoruz ki, bizi böylesi etkileyen konuyu veya olayı, onun etkisinde kalmadan yeniden düşünebilelim, analize edebilelim, gereken çözümleri sağlıklı bir şekilde üretebilelim.
Bunu becerebilirsek kurban rolünü üstlenmeyerek, aşırı strese kapılmayarak, sorun çözebilme yeteneğimizi ve imkanlarımızı yükseltiyoruz. Kurban rolünü üstlenen, stresi kontrol edemeyen insanların kriz yönetebilme ve sorun çözme becerilerinin düşük olduğunu görüyoruz. Stres kontrolü derken de artık hiçbir zaman strese kapılmayacağız, her şey rahat ve güllük gülistanlık olacak demiyorum. Çünkü süreç yönetimlerinin stres ile her zaman bir içiçeliği vardır. Benim özellikle üzerinde durmak istediğim nokta, sorunlara çözüm ararken veya sorun yönetirken, daha yüksek bir farkındalıkla, stresi görmezden gelmek veya onun etkisine kapılmak yerine, onu yönetebileceğimiz bir öğe olarak görme yeteneğimizi geliştirmek ve uygulamak. Duygusal zekanın en önemli alanlarından biri de sadece kendimizin değil, hayatımızda iletişimde ve ilişkide olduğumuz diğer insanların duygularını da doğru algılayabilmek, doğru anlayabilmek ve doğru betimleyebilmek. Yani sağlıklı empati yeteneğimizi geliştirebilmek ve uygulamak. Böylece karşımızdaki insanların neler hissettiklerini, neler arzuladıklarını, nelere ihtiyaç duyduklarını daha iyi anlayabilir ve gerilimli durumlar daha oluşmadan, sağlıklı sonuçlara yönelik adımlar atabiliriz.
Zaten hedefimiz de bu değil mi?
İş ve özel hayatımızda dengeli, verimli ve pozitif ilişkiler kurmak, onları güzel yönetebilmek ve güzel sonuçlarını da yaşayarak görmek.
Bunu iki günde becerebileceğimizi söylemiyorum. Bu bir süreç ama varabileceğimiz güzel sonuçlara
baktığımızda sizce bu yola çıkmaya, bu sürece yönelik şuurlu adımlarla ilerlemeye değmez mi?
Sevgili dostlar; önceki nesiller, yani büyüklerimiz bize nasihat verirken,” Evladım kalbine kulak ver, kalbinin sesini iyi dinle ama kararlarını verirken duygularına kapılma, muhakkak aklını kullan, acele etme. Öfkeyle kalkan zararla oturur, önce sakinleş, sonra karar ver ne yapacağına. Ve unutma ki, karşındakiler de insan, onların da hassasiyetleri ve duyguları var, onları önce anlamaya çalış, kırıcı ve öfkeli olma!” derlerdi.
Bugünlerde de zihinsel ve duygusal dengemizin ve duygusal zekanın öneminden bahsediyoruz!
Her şey sevgiyle, her şey şefkatle olsun.
Sude Tunç
Pedagog