KİŞİ HAKLARI BAĞLAMINDA AŞI Covid-19 aşısı, hukuken mecbur tutulabilir mi?

CİHANGİR YILDIZ
Covid-19 aşısı hakkında “genetik yapımızı bozacaklar” şeklinde komplo teorilerinin dillendirildiği bir ortamda yapılan anket çalışmalarında, Covid-19 aşısını yaptırmak istemeyenlerin oranının yüzde 50’den fazla olduğu bilgisi yer aldı. Buna mukabil “aşı olmayan vatan hainidir”  söylemleri gelişince “Covid-19 aşısı mecburi tutulabilir mi?” sorusu da tartışmaya açılmış oldu. 
Acil müdahale gibi birkaç istisna dışında herhangi bir tıbbi müdahale veya tedavi için hasta rızasının şart olduğuna ilişkin birçok milletlerarası ve iç hukuk düzenlemesi mevcuttur. Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için hastanın buna rıza göstermesi şarttır.
Hasta hakları, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır.
Dünya Sağlık Örgütü, (DSÖ) Covid-19’u geçen sene 11 Mart’ta global salgın (pandemi) olarak tanımlayınca, o tarihten günümüze aşı çalışmaları büyük bir önem arz etmiştir. İlk olarak 2020 Ağustos ayında Rusya tarafından açıklanan Sputnik V isimli aşı, eylül ayında Çin merkezli Sinovac şirketinin duyurduğu aşı ve son olarak kasım ayında Pfizer firmasının duyurduğu aşı, bütün dünyaya umut verdi. Millî aşı çalışmaları devam etse de ülkemiz, Sinovac’ın aşısı (CoronaVac) için sözleşme imzalayarak, aşıyı yüksek risk gruplarına uygulanmaya başladı.
Bu aşı haberleri üzerine bir kısım çevrelerin “Genetik yapımızı bozacaklar” şeklinde dillendirdiği komplo teorilerinin konuşulduğu bir ortamda yapılan anket çalışmalarında, Covid-19 aşısını yaptırmak istemeyenlerin oranının %50’den fazla olduğu bilgisi yer aldı. Buna mukabil “Aşı olmayan vatan hainidir” şeklinde söylemler gelişince “Covid-19 aşısı mecburi tutulabilir mi?” sorusu tartışmaya açıldı.
AŞI OLMAYAN VATAN HAİNİ MİDİR?
Gerçi, şu an için yeterli doz bulunmadığından aşının zorunlu tutulması fiilen mümkün olmasa da ilerleyen safhada yeterli doz mevcut hâle geldiğinde aşının mecburi tutulması ya da bir başka deyişle aşı olmak istemeyenlere hukuki veya sosyal müeyyide uygulanması mümkün olabilir mi? Biz bu makalemizde bu sualin cevabını hukuki bir perspektifle vermeye çalışacağız.
Evvela ifade edelim ki, kişi dokunulmazlığı hakkı, mutlak karakter taşır ve bu sebeple herkese karşı ileri sürülebilir. Vazgeçilmesi veya devredilmesi mümkün değildir. Bu hakkın en önemli unsuru şüphesiz kişinin vücut bütünlüğü hakkıdır. Hasta hakları da kişi haklarından olup şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır.
Sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı, saygı ve itibar görme hakkı, mahremiyet hakkı, bilgi isteme hakkı, sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirme hakkı, kayıtları inceleme ve bilgilerin gizli tutulma hakkı, tedaviyi reddetme, durdurma ve rıza hakkı, dinî hizmetlerden faydalanma hakkı, ziyaret ve refakatçi bulundurma hakkı belli başlı hasta haklarıdır.
Milletlerarası hukuka paralel olarak iç hukukumuzda da vücut bütünlüğüne yönelen her türlü müdahale, kişilik haklarının hukuka aykırı olarak ihlâli olarak kabul edilmiştir. Anayasanın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17/1. maddesine göre: “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3. maddesi de bu hakkı koruma altına almıştır.
Yine, Anayasamızın 17/2. maddesine göre: “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı hâller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
MİLLETLERARASI HUKUKTA DURUM NEDİR?
Milletlerarası hukuk anlamında “hasta hakkı” mefhumu ile alakalı ilk metin, 1972 tarihli Amerika Hastaneler Birliği Hasta Hakları Bildirgesidir. Bu bildirgede hastanın bilgi almaya ve akla uygun bir karar verebilmesine imkân sağlanmasını beklemeye hakkı olduğu belirtilmiştir.
HASTANIN RIZASI ŞART
Sonrasında, 1981 tarihinde yayınlanan Lizbon Bildirgesindeki “Hasta, yeterli ölçüde bilgilendirildikten sonra tedaviyi kabul ya da reddetme hakkına sahiptir”,1994 tarihli Amsterdam Bildirgesindeki “hastanın bilgilendirilmiş onayı herhangi bir tıbbi girişimin ön şartıdır”, 1995 tarihli Bali Bildirgesindeki “hastanın kendi adına karar verme hakkı vardır” şeklindeki düzenlemeler “hasta rızası”nın bir hasta hakkı yani dolayısıyla kişilik hakkı olduğunu göstermektedir.
1997 tarihli İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi (-ki Ülkemizde 2004 yılında yürürlüğe girmiştir) ile 2002 tarihli Hasta Haklarına İlişkin Avrupa Statüsü (Ana Sözleşmesinde), tedavi için hasta rızasının bir hak olduğu vurgulanmıştır.
İÇ HUKUKUMUZDA DURUM NEDİR?
Ülkemizde ise “hasta hakkı” kavramı ile ilgili en temel hukuk normu yukarıda da zikrettiğimiz Anayasanın 17. (ve 56.) maddesidir.
Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un  70. maddesinde; “Tabipler, yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar” şeklindeki düzenleme ile “hasta rızasının” tedavi için genel bir şart olduğu vurgulanmıştır.
Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi ise hasta-hekim ilişkisini düzenleyen ilk yazılı belge olması açısından mühim olmakla birlikte, bu nizamname daha sonra 1999 yılında “Hekimlik ve Meslek Etiği Kuralları” adı altında yeniden düzenlenerek kabul edilmiştir. Hekimlik ve Meslek Etiği Kuralları’nın “Hasta Haklarına Saygı” başlıklı 21. maddesinde; “Hekim hastasının sağlığı ile ilgili kararlar alırken; bilgilenme hakkı, aydınlatılmış onam hakkı, tedaviyi kabul ya da ret hakkı vb. hasta haklarına saygı göstermek zorundadır” denilmektedir.
Ülkemizde hasta haklarına ilişkin olarak atılan en önemli adım ise, yukarıda zikrettiğimiz milletlerarası sözleşme ve bildirilerin tesiriyle, 1998 yılında kabul edilen Hasta Hakları Yönetmeliği’dir. Bu Yönetmelik, iç mevzuatımızda dağınık hâlde bulunan hasta haklarına ilişkin düzenlemeleri tek çatı altında toplamış, 24. maddesi ile “tıbbi müdahale için hastanın rızasının aranmasını” bir ilke olarak benimsemiştir.
Görüldüğü gibi, (acil müdahale gibi birkaç istisna dışında) herhangi bir tıbbi müdahale veya tedavi için hasta rızasının şart olduğuna ilişkin birçok milletlerarası ve iç hukuk düzenlemesi mevcuttur. Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için hastanın buna rıza göstermesi şarttır.
HASTA RIZASI VE COVID-19 AŞISI
Peki, “hasta rızası” hakkı olarak tanımlanabilecek bu hak, Covid-19 aşısı ile alakalı olarak uygulama alanı bulabilir mi? Bu sualin cevabını doğru şekilde verebilmek için ülkemizde aşı ile alakalı olarak hususi düzenleme içeren Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na göz atmak gerekecektir.
Bu kanunun 57. maddesine göre; kolera, veba, lekeli humma, karahumma, çiçek, difteri vs. hastalıklarından biri zuhur ederse bunların ihbarı mecburidir. Kanunun 72. maddesinde ise zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiğinde cebren yani rıza aranmaksızın aşı tatbik edileceği belirtilmektedir. Ancak, dikkat edilirse, hastalığın ihbarının dahi zorunlu tutulduğu ve dolayısıyla aşı tatbikinin rızaya dayanmadığına ilişkin bu düzenleme, sadece sınırlı şekilde sayılan birtakım hastalıklar için geçerlidir.
ANAYASA MAHKEMESİ NE DİYOR?
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu mevzu ile ilgili çok önemli bir kararı da bulunmaktadır. Karara konu olan hadisede bir çocuğun bebeklik dönemi aşıları, anne ve babası tarafından yaptırılmayınca Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, mahkemeden çocuk hakkında sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmesini talep etmiş, mahkeme de talebi kabul ederek çocuk hakkında sağlık tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Aile, konuyu AYM’ye taşımış, yüksek mahkeme de yaptığı değerlendirmede, “Başvurucu çocuğa tatbikine hükmedilen HepB, DaBT, İPA, Hib ve KPA türündeki aşıların Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 57. maddesinde tahdidi olarak sayılan hastalıkları tam olarak karşılamadığı, bu kapsamda serum veya aşı uygulanması hususunu düzenleyen 72. madde hükmünün, başvuruya konu uygulamanın kanuni dayanağı olarak kabul edilemeyeceği, genel ve zorunlu aşı uygulamasına dayanak oluşturacak başka bir kanun hükmünün de  mevcut olmadığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği” sonucuna varmıştır (AYM, 11/11/2015, 2013/1789).Yani, AYM, sınırlı sayıda sayılan hastalıklar dışında mecburi aşı uygulamasının hukuki olmadığını vurgulamıştır.
HASTA HAKLARI ŞAHSA
SIKI SIKIYA BAĞLI HAKLARDANDIR
Netice itibarıyla, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan biri olan vücut bütünlüğü üzerinde tasarruf anlamına gelen tıbbi müdahale için hasta rızasının bulunması şarttır. Covid-19 virüsü ile ilgili olarak, DSÖ tarafından açıklanan tedavi yöntemleri ve kullanılan ilaçlar hakkında henüz fikir birliğinin bulunmadığı düşünüldüğünde,  üretilen aşıların koruyuculuk etkileri ve yan tesirleri ilmi olarak henüz netleşmemişken, aşının 7’de 70’e herkese mecburi tutulması hukuken mümkün görünmemektedir. Hatta ilmî düzeydeki bu belirsizlikler sebebiyle, Covid-19 aşısının toplum sağlığını koruma ve kamu yararı gerekçeleriyle kanuni bir düzenlemeyle mecburi tutulması da Anayasa’ya ve milletlerarası hukuka aykırı olacaktır diye düşünüyorum. Dolayısıyla, aşı olmak istemeyenlere yönelik toplu taşımayı kullanma yasağı, seyahat kısıtlaması, işten çıkarma ve benzeri hukuki veya sosyal müeyyidelerin uygulanması, milletlerarası düzenlemeler ve iç mevzuat hükümleri nazara alındığında insan hakkı ihlali olacaktır kanaatindeyiz. Zaten, koruyuculuk etkisi kati ve yan tesiri bulunmayan bir aşı bulunduğunda, bu tartışmaların konusuz kalacağı da aşikârdır.
…..
Kaynaklar:
Esra Saatçı, Türkiye Aile Hekimliği Dergisi, C.24 Sayı 3, s.153-166
İbrahim Şahbaz, TBB Dergisi, Sayı:86, s.405-423
Eda Demirsoy Aşıkoğlu, TAAD, Sayı:34, s.319-343
Nizamettin Aydın, Dumlupınar Ün. Sosyal Bil. Dergisi, Sayı 22
İsmail Atak, TOTBİD Dergisi, 2020/04, s.19-26