NE İSTEDİĞİMİZİ BİLİYOR MUYUZ?

Her birimiz hızla bireyselleşen, yalnızlaşan bir dünyanın fertleriyiz. Dünyanın global köy halini aldığı, uzağın yakın olduğu, iletişimin en hızlı çağının yaşandığı şu ortamda insanlar bu gelişmişliğin inadına hızla birbirinden uzaklaşmaktadır.
Değerlerin alt üst olup, erdemlerin ve erdemlilerin az olduğu bir dünyada, ne insan kendine yakışanın yani insan olmanın peşinde, ne de huzur ve sükûn için kurulan evlilikler mutluluk peşindedir.
Boş hayallerin peşinde koşturan, ne istediğini bilmeyen onca kalabalık, kendilerine sunulan hayat standartlarına ulaşamayınca da intihar etmektedir.
Şu unutulmamalıdır!
Dinsiz bir toplumda hayal ön plandadır. Şu an insanlar “düşün başar” ninnileriyle uyutulup, birbirinden farklı metotlarla derin uykularında rüya görmeye devam etmektedirler.
Başarının zenginliğe, makama, şana endekslendiği günümüzde bizim rüyalarımız nelerdir?
Hayâl; kafamızda tasarladığımız seraplardır. Susadıkça daha çok susar, yürüdükçe su sandığımızın göz yanılması olduğunu görürüz.
Rüya ise; gökten inen bir gerçektir, bir amaçtır, bir haktır.
Bunun farkında olan batılı düşünür Sören Kierkegaard; “İnsanın rüyası ne kadar yüceyse, kurbanı o kadar yücedir. Kurbanı ne kadar yüceyse insan o kadar yücedir” demiştir.
Hak edilmeden, hemen ve çok kazanmak peşinde olan insanlık, yolunda gitmeyen durumlarda da başarısızlığına sebep aramakta ve başkalarını suçlu göstermektedir.
Bu düşünce olunması suçlu; ya yaşadığımız ortamdır ya da karşılaştığımız insanlardır. Kurban ise hiç değişmez. Hayaline ulaşamayan bizleriz…
Halbuki seçtiğimiz hayatın figüranlığını yapmaktayız. O zaman ne isteğimizi bilmekle işe başlamalıyız. Bizler gerçekten hayattan ne bekliyoruz?
İki kapılı han olan bu dünyada seküler bir hayat yaşamak mı ya da çift dünyalı yaşamak mı?
İnsan olma ve insan kalma mücadelesi vermek mi, ya da çarkın içinde ezilip yok olmak mı?
İlişkilerimizde kavgacı olup nefret edilen insan olmak mı, ya da uyum içinde yaşayıp sevilen biri olmak mı?
Aranan biri olmak ya da kaçılan biri olmak mı?
Birey kalmayı tercih edip yalnız kalmak mı, yoksa hayatı paylaşıp aile olmayı istemek mi?
Hasılı ikinci şansı olmayan dünyanın içinde mutlu olmak mutlu etmeye bağlıdır. Bu da sınırlar, sorumluluklar ve kurallar ile olur.
Kendimize karşı sınır koyamıyorsak yolumuzu kaybedip yalnız kalırız. Mutluluğumuzu evimizde aramamız gerekirken başka yerde ararız.
Halbuki Rahman; Nahl suresi 80. ayetinde “Allah size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptığını söylemiştir.
O zaman sorunumuz nerededir?
Evlilik belli bir hayat görüşü olan, kendi kültürünün etkisinde kalan, birbirinden farklı iki kişinin beraberliğidir.
Evliliğimiz; ortak değerlerde buluşamamamız, ortak kararlar alamamamız, farklı dillerde konuşmamız, iletişimimiz olmaması sonucunda huzur ve dinlenme yeri olmamıştır.
Bizim bu noktada tekrar insanlığımıza dönüp, bize yakışanın peşinde olmamız gerekir. Kalabalığın arkasına takılarak, koyun misali tepeden atlamamalıyız.
Düşünmeli ve hayatımıza anlam katan değerlerin arkasında olmalıyız. Şüphesiz bu şekilde olmamız hayatımızı daha yaşanılır hale getirecektir.
Huzurumuz ve dinlenmemiz ahirete mi kalmalı?
Hâlbuki dualarımızda “Rabbim! Bana bu dünyada iyilik, güzellik ver, ahirette de iyilik güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru” diye dua etmiyor muyuz?
Evet! Fazla söze gerek yoktur.
Mutlu aileler mutlu insanların ürünüdür. Mutsuz aileler de zaten sadece evlidir.
Öyle ise sorunlarımızı bilmeliyiz. Eğer bilmiyorsak çözüme ulaşamayız. Bataklığın olduğu yere de ev inşa etmemeliyiz.
Gayret bizden, başarı Allah’tandır. Bu hakikati unutmamalı, desteği yanlış adresten istememeliyiz. Mutluluğun ve huzurun yegâne sahibi olan Allah’a el açmalıyız.
Ves-selam…

Asiye Türkan
www.ailedanismani.de