Orta direkt HORST

Bu adam yeni içişleri bakanımız.
Bavyera Eyalet Başbakanı olduğu dönemde hazırladığı kanun değişikliği tam bir totaliter rejim kıvamında. İnsan hakları ve özel hayatı ayaklar altına alan bir yönetim biçimi. Yani bildiğimiz diktatörlük. Kanun değişikliği yakında yürürlüğe girecek ve liberaller, aydınlar, yani aklı başında olan herkes değişik eylemlerle buna karşı çıkıyorlar.
Peki bu kanun ne anlama geliyor?
Şöyle diyelim;
Polis, sokakta şüpheli gördüğü herhangi birisini gözaltına alabilecek, mahkeme izni olmaksızın evini, işyerini arayabilecek, özel eşyalarına el koyabilecek. Bilgisayarında ve cep telefonunda bulunan dosyaları ve hatta internet (online) verilerini kurcalayabilecek ve bunları gerek görürse değiştirebilecek bile. En güzeli de suç isnat etmeden insanları üç ay hapsedebilecek.
Aklımdaki deli sorular şunlar:
Polisin bir Hans’ı mı şüpheli görme ihtimali daha yüksek, yoksa bir Hasan’ı mı?

Polisin keyfi uygulama ile bir camiye baskın yapma olasılığı mı daha yüksek, yoksa bir sinagoga mı?

Bu baskılar üzerine devlet ve yandaş medya üzerinden linç kampanyası ihtimali Müslümanlar için mi söz konusu olur, yoksa Yahudiler için mi? İşte bu gelişmeler üzerine ne bu adam ödüllendirip Federal Bakan olmayı hak ediyor ne de yaklaşan tehlikeleri değerlendirmekten aciz, toplumun çoğunluğu ile birlikte kafa yorup hareket etmeyen, tabiri caizse topun ağzında olan bizleri temsil ettiğini iddia eden sözde STK yöneticilerimiz bulundukları konumları hak etmiyorlar. Halbuki geçen günlerde katılım üzerine Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan da dikkat çekti. Yaşadığımız ülkenin yeni vatanımız olduğunu, sahip çıkmamız gerektiğini, siyasetten eğitime her alanda etkili olmamız gerektiğini belirtti. Ama biz hala Almancayı boşverin, Türkçe yazamayan adamların bizi temsil edebilecekleri gibi romantik beklentilerle yaşıyoruz.

HORST TOPU AT
Horsta geri dönelim. Bakan olarak göreve gelir gelmez yaptığı ilk açıklama kimseyi şaşırtmadı. “İslam Almanya’nın bir parçası değildir” dedi. “Ama Müslümanlar öyle değil” dedi. Ardından partisinin milletvekili olan Aleksander Dobrindt federal mecliste yaptığı konuşmada; “Buraya gelen insanlara hangi yöne uyum sağlamaları gerektiğini söylemeliyiz” dedi. Özet olarak “Müslümanların toplumda yeri yok, kabul görmek istiyorsanız Hıristiyan olun” dedi. Almanya gibi demokratik, özgürlükçü, çok kültürlülüğün beşiği olan bir ülkeye ne böyle bir bakan ne de böyle açıklamalar yapan dalkavuk milletvekilleri yakışmıyor. Bu halk böyle çapsız politikacıları hak etmiyor. Ülkeyi kutuplaştırmaktan, azınlıkları hedef göstermekten beslenen siyasileri bu ülke gördü daha önce. Sonuçları da pek bir hayırlı olmadı. Anlaşılan sık sık hatırlatmak gerekecek.

Horst “start” verir de medyanın amiral gemisi siyonist Bild gazetesi gelir durur mu? Günlerce sürmanşetten bir ilkokulda Müslüman öğrencilerin diğer öğrencilere “dini mobbing” uyguladığını yazdılar. Hatta işi ölüm tehditlerine kadar ilerlettiklerini iddia ettiler. Bahsettikleri öğrenciler 6-7 yaşında çocuklar. Bu çocukların okulda “islamist” faaliyetlerde bulunduğunu yazdılar. Artık gözleri o kadar döndü ki, -çocuklarımızı kullanılarak- onları hedef göstermekten çekinmiyorlar bile.
Üzerine polis sendikası başkanı ” daha sert uygulamaların vaktinin geldiğini ve gerekirse bu çocukların ailelerinden alınması gerektiğini söyledi. Böylece yaptırım ve temsiliyet gücümüzün sıfır olduğu gerçeğini bir kez daha bize hatırlattılar.

KUNDAKLANAN CAMİLERİMİZ VE MEDAYNIN SINAVI
Günlerdir camilerimiz kundaklanıyor. Ancak alman medyası “Cami” yerine “Türk kuruluşları” demekte ısrar ediyor. Kendisine “İmam” dedirten Seyran Ateş isimli kadının açtığı “odanın” cami diye reklamını yapanların, kundaklanan camilerimize Cami dememek için ellerinden geleni yapıp, sanki o binalar “kıraathaneymiş” gibi yapılan saldırıları önemsizleştirmelerinin sebebi İslam ve Müslüman düşmanlığıdır!

Tüm bunlar olurken Aachen’de bir kilise istihbarat raporlarında terör yuvası olarak ismi geçen PKK dernekleri ile kolkola girip Türkiye’nin iç meselelerini konu yapan konferanslar düzenliyor. Kiliseler ne zamandan beri siyasete el attı?

Camilerde askerlerimiz için duâ edilmesini hazmedemeyenlerin samimiyetsizliği tekrar ortaya çıkıyor. Eğer kiliseler “dış” siyasete başlarsa, camilere de “iç” siyaset yapma hakkı doğar. Bilgine.

APERATİF AVUSTURYA
Önce Avusturya’da servis edilir, beğenilirse Almanya’ya gelir. Yuvalarda ve ilkokullarda başörtüsü yasağı tartışmasını bunlar başlattı. Orada bir siyasi var. Adı Strache. Bizim Horst’un ruh ikizi. “Başörtüsü kızları çinselleştiriyor, kızlarımızı Siyasal İslam’dan korumalıyız” diyordu. Tabi derdi kızların güvenliği falan değil. Sonunda dayanamayıp başörtüsü üniversiteler dahil tüm okullarda ve kamuda yasaklanmalıdır dedi.
28 Şubat döneminde mağdur edilen başörtülü öğrencilerin eğitim haklarını bitirebilmek için sığındıkları liman olan Avusturya artık o eski özgürlükçü ülke değil. İşte böyle popülistler yüzünden bu ülke maalesef bu hale geldi.

Yeni icat “cinselleştiren başörtü”

Bu yasak deryasının Almanya’daki ilk sazanı Kuzey Ren Vestfalya eyaleti uyum sekreteri (annesi başörtülü) Serap Güler oldu. O da aynı türküyü söylemeye başladı. Kendisi aylar önce bir tartışma programına davet edilmişti. Tabi konu yine Türkiye karşıtlığı. Baktılar bu kadında iş var, bir daha çağırdılar. Buda baktı bana buradan iyi ekmek çıkar hop balıklama daldı meseleye. Son açıklamasında “Almanya genelinde yuvalarda ve ilkokullarda toplam sadece başı kapalı 50 kız bile olsa, bu benim için 50 kız fazladır” demiş.

Yani bu hanım ablamız da kızlarımızı maşallah çok düşünüyor.
Serap hanım o ki kız çocuklarımızı bu kadar düşünüyorsunuz size tavsiyem görev bölgenizde fuhuş bataklığına düşmüş çocuk kızları kurtarın. Bunların arasında muhakkak göçmen kökenli çocuklar bile vardır. Sahi görev bölgenizde bu durumda olan kaç kız çocuğu var? Biliyor musunuz? Eğer derdiniz “kurtarmaksa” bu çocukları kurtarın. Topluma faydalı bir iş yapmış olursunuz. Siyasi kazanımlar yapacaksınız diye, iğrenç emellerinize çocuklarımızı alet etmeyin.
Çekin kirli ellerinizi.

Selam ve Duâ ile…

Yücel Yazıcı